Savaşma... Seviş!

-
Aa
+
a
a
a

Her hafta sonu, haftanın yazısını yazmak için oturduğumda masanın başına, sıraladığım sorular şunlar:

 

Bu haftanın bence en önemli olayı neydi?Bu olay Türkiye’deki okuru ilgilendirir mi?Bu olayı neresinden tutup irdelemek gerekiyor?

Bu hafta da aynı düşünce ile oturdum beyaz kâğıdın karşısında..

 

Fransa’da “türban” sorununa takılan ad, “dini simgeler” oldu ama, dini simgelerin, kamu alanlarında kullanılmasını engelleyecek olan yasanın parlamentoya gelmesiyle, iyice artan direniş olayları, sokak gösterileri, hep türbanlılar tarafından yapılıyor.

 

Yani kocaman haç takanlar, Yahudi kepi ile dolaşanlar bu yasaya karşı olduklarını ilân edip avaz etmiyorlar..

 

Berlin Duvarı’nın yıkılması ile ortadan kalkan “Komünizm” adlı düşmandan sonra yaratılan yeni düşman, İslam... Hâlâ sahnede..

 

Son Balkan savaşında pek çok Müslümanın katledilmesine göz yumulduktan sonra, günah keçilerinin peşine düşüldü ve uluslararası mahkemelerde yargılanmalarına, bulunamayanların da aranmalarına başlandı. Ama olan olmuş, tarih yeniden tekerrür etmiş ve onbinlerce insanın köküne kibrit suyu dökülmüştü bile...

 

Ardından, aynı türden bir oyunun, daha “aşikâr” olanını Afganistan’da ve Irak’ta ardı ardına yaşadık.. “Suç ve Ceza”nın karmakarışık olduğu bir ortam olup çıktı dünya..

 

Kimse, üçüncü dünya savaşının yaşanmakta olduğunun farkında bile değil..

 

Endonezya’daki son deprem, İran’da yaşanmış olan ve çok ölüyle biten deprem, Afrika’nın kaynayan yapısı, Ortadoğu’da dinmeyen kan... Doğa ile savaş elbirliği mi etmişler nedir?

 

Yine bu konulardan dem vurmaya başlarsam bu hafta, korku romanının yazımına devam etmiş olacağım, oysa bizim gençliğimizde moda olan Hippi akımı, şimdilerde yine moda olmaya başladı..

 

Gençler her yerde “Savaşma.. Seviş..” diye pankart açıyor, ünlü “Peace” işareti boyunlarında, aynı bir zamanlar bizim de taşıdığımız gibi taşıyorlar...

 

Hepsi savaşa karşı.. Savaş istemiyor ve ondan nefret ediyorlar...

 

Yaşamakta olduğumuz ortama bakıp, yazmakta olduğum otobiyografime dönüyorum..

 

Geçtiğimiz elli yıl içinde süren yolculuğumda neler gördüm, neler yaşadım ve nelere tanık oldum?

 

Bakıyorum da, dünyada, temelde değişen birşey yok.. İnsanların, kanlı cinayet filmlerine olan hayranlığı sürüp gidiyor..

 

Yıllar önce, İstanbul’da yaşamakta olduğum sokakta bir videocu vardı. Nişantaşı, İstanbul’un “mutena” semtidir, öyle değil mi?

 

İnsanları daha Avrupalı gibi davrandıkları, seçimlerini daha dikkatli yaptıkları varsayılan bir yeri yani şehrin... Oradaki videocuya sormuştum, en çok hangi filmleri kiraladığını.. Bana verdiği cevaptan, el altından satılan seks filmleri ile, korku ve cinayet filmleri çıkmıştı..

 

Geçenlerde aynı türden bir soruyu, Paris’in 16’ıncı bölgesinde video ve DVD kiralayan bir adama da yönelttim. 16’ıncı Paris bölgesi, şehrin Nişantaşı bölgesidir, gıpta ile bakılan, Paris’in şıkları ve iyi aileleri hep bu bölgeye toplanmışlardır. Ama video kaset ve DVD satan adamdaki durum bundan 20 yıl önceki İstanbul ile tıpatıp aynı...

 

Faşizmin, dikta rejiminin farklı ve yeni bir yorumunu yaşamakta olan Singapur’dan gelen son haberlerde de, devletin, çiftleri yatak odasına itebilmek için, heyecanlandırıcı kokular kullanmaya başladığı yolunda...

 

Orada en çok hangi video ve DVD’ler satılıyor bilmiyorum ama, bitmesine az kalmış üçüncü dünya savaşının sonunda atılan sloganların değişmeyeceğini görüyorum:

 

Savaşma!... Seviş.....